Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği,
kuyununbirine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın.
Eşek bu. Düşmüş işte.Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla
kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek
isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm. Hayvancık saatlerce acı
içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır söylemesi, anırdı
yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği
kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.
Üstelikyaralanmış. Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar
zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. Ne yapsak,
ne etsek,nasıl çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda karar
verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.Ellerine aldıkları küreklerle
etraftan kuyunun içine toprak attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde
silkinerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde
her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.
Köylüler ağzı açık bakakaldı.
* * *
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.
(Ne bazeni, çoğu zaman.)
Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.
Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp
silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.
Kör kuyuda olsak bile...