Eşinin ölümünden sonra, köydeki evinde tek başına yaşamak zorunda kalan
hamile bir kadın vardı. Kadın, gündüzleri tarlada çalışır; akşam olunca da,
evinin yolunu tutardı. Bir gün, eve dönerken, yol kenarında bulduğu yaralı
bir gelinciği acıyarak kucağına aldı ve eve götürdü. Evcil bir hayvan
olmayan gelincik, zamanla uysallaştı. Eve ve kadına o kadar çok alışmıştı
ki, kadının yanından bir an bile ayrılmaz olmuştu. Birkaç ay sonra, kadının
çocuğu doğdu. Eve, neşe ve mutluluk getiren bu küçük yavrucağı gelincik de
çok sevmiş, artık, ailesi olarak gördüğü bu anne ile yavrucağa gönülden
bağlanmıştı.
Kadın, tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak
zorunda olduğunu biliyordu. Tüm zorluklara rağmen, günler geçti. Eve yiyecek
alabilmek için çalışmak zorunda kalan kadın, bir gün yavrusunu gelincikle
evde yalnız bırakarak, çalışmak üzere tarlaya gitti. Yorucu bir günün
ardından, akşam eve dönen kadın, gelinciği ağzı kanlı bir halde yerde
yatarken bulunca, beyninden vurulmuşa döndü. Çıldırmışçasına, yerde yatan
gelinciğe sarılıp, oracıkta hayvanı öldürdü. Tam o sırada, bebeğin odasından
bir ağlama sesi gelince, anne, doğruca odaya yöneldi ve heyecanla odaya
girdi. Odada, beşiği, beşiğin içinde gülücükler dağıtan bebeğini ve bebeğin
yanında duran parçalanmış yılanı gördü....
Einstein’in söylediği varsayılan bir sözü vardır: “İnsanlardaki önyargıyı
parçalamak, benim, atomu parçalamamdan çok daha zor...